İsmail Hakkı Özsarı
Prof. Jefferson hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç insanlara hizmet veren eleman yetiştiren bir okulda öğretmendir. Bu okuldan mezun olan elemanlara 1.000 dolar aylık ödenmektedir.
Hoca bir gün derse girdiğinde öğrencilerine şöyle der: Bir hastamız var. İçinizden O’na bakmak isteyene 2.000 dolar ücret ödenecek. Ancak; hastamız ne konuşabiliyor ne de denileni anlıyor. Saatlerce anlaşılmaz şeyler mırıldanıyor. Zaman ve mekân kavramı yok, sadece adı söylendiğinde tepki veriyor. Onu başkaları besliyor, başkaları yıkayıp temizliyor. Dişleri yok, yiyeceklerinin püre haline getirilip yedirilmesi gerekiyor. Ağzı salyalı, burnu sümüklü. Bu nedenle giysileri daima kirli. Yürüyemiyor, uykuları düzenli değil. Gece yarısı çığlıklar atarak uyanıyor, bazen hiçbir neden yokken sinirlenip bağırıyor, altını kirletiyor.
Profesör Jefferson sınıfa döner;
Böyle birinin bakımını üstlenmek ister misiniz? Diye sorar.
Öğrenciler hep bir ağızdan: “Hayır” diye bağırır.
Profesör, bu işi kendisinin büyük bir zevkle yaptığını, onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırır. Daha sonra, profesör hastanın fotoğrafını sınıfta dolaştırmaya başlar.
‘Fotoğraftaki’ Prof. Jefferson’un 6 aylık kızıdır.
Sevgili okurlarım,
Düşünsenize, anne-babalarımız bizleri sevmeseydi, bizi nasıl büyütebilirlerdi? Bizler çocuklarımızı sevmesek onlara nasıl katlanabiliriz?
Benim Pamuk Efe adında bir köpeğim var. Bana “Bu köpeğe nasıl bakıyorsun?” diye sorduklarında yukarıda anlattığım olayı onlara aktarıyorum.
Sevmek keman çalmak gibidir. Bilirseniz tadına doyulmaz. Eğer bilmezseniz kötü sesler çıkarır, katlanılmaz olur.