İsmail Hakkı Özsarı
Doğadaki tüm canlılar var olmak için diğerlerini yok etmektedir. Hayatta kalmak için tavşan havucu, çakal tavşanı yemek zorundadır. Biyologlar buna besin zinciri diyor. Ne derse desinler yaşamın devamlılığı için böyle olması gerekmektedir. Ancak insanoğlu çevresini ne kadar yok ediyor? Bütün mesele burada!
Görünen o ki tabiatın en acımasız canlısı insan. Var olduğundan bu yana çevresine hep zarar vermiş. Bakır, Tunç devirlerinde madenleri eritebilmek için milyonlarca ağaç yakılmıştır. Kendilerine giysi yapabilmek için yüz binlerce hayvanı öldürmüştür. Aynı şeyleri şimdi de giderek artan dozda doğaya yapıyoruz. Daha rahat yaşayabilmek için ormanları yok ediyoruz. Verimli tarım alanları üzerine şehirler kuruyoruz, fabrikalar inşa ediyoruz. Kalıcılık uğruna, dağın bağrını delip, heykel yapmak için mermer çıkarıyoruz. Güzel görünmek isteyenlerimiz, hayvanları öldürüp postlarını giyiyorlar. Kısacası bugün daha iyi yaşayabilmek için, dünyayı yaşanmaz hale getiriyoruz.
İlk insanların doğaya verdiği zarar sadece hayatta kalmak içindi. Onlar ihtiyaçları kadar hayvan avlarlardı. İhtiyaçları kadar meyve toplarlardı. Ama şimdi öyle mi? En basiti kuş avına giden bir avcı katlettiği kuşların sayısıyla böbürleniyor. “Otuz tane vurdum, kırk tane vurdum” gibisinden… Aslında av filan yapmadı, katliam yaptı. Çözüm var mıdır? Elbette vardır. Çözüm; dengeyi kurabilmektedir. Evrende bir denge zaten vardır.
Dengeyi bozan bizleriz. Akıllı, sürekli gelişen, değişen insan, çevresiyle olan etkileşiminde belirli bir dengeye ulaşabilir. Örneğin kesilen ağaçların yerine yenisi dikilebilir. Hayvanların postlarını giymek yerine suni kürkler giyilebilir. Böylece canını bağışladığınız bir hayvan dostunuz özgürce doğada dolaşmaya devam eder. Hayvanları karşılıklı sevmeliyiz. Eziyet etmek, canlarını almak yerine onlarla dost olmalıyız. Böylece hem onların ömrü uzar, hem de bizimki. Üstelik var olma düzeyi, insan olma kalitesi yükselir.
Bir araştırma yazısında okumuştum; Hayvanları seven insanların hem daha mutlu, hem de daha uzun yaşadıklarını yazıyordu. Çiçek dalında güzeldir. Dostlarınıza kır çiçeklerini koparmadan bulundukları yerde hediye ettiğinizi söyleyin. Söyleyin ki vazolarda solup gitmeleri yerine dağlarda çoğalmalarına yardımcı olun. Ne yazık ki insanoğlu bu dengeyi kurmakta çok zorlanmaktadır. Bir türlü orta yolu bulamaz. Güzel bir söz var; “İnsanlar gençliklerinde para kazanmak için sağlıklarını harcıyorlar, yaşlandıklarında ise sağlıklarını kazanmak için biriktirdikleri paraları harcıyorlar.” İşte bu söz tercihler arasındaki dengeyi kurmanın zorluğunu dile getiriyor.
Gerçekten tercihler arasında denge oluşturmak zordur. Zordur ama olanaksız değildir. Eğer kendimizi var etmek için dünyayı yok etmekte aşırıya kaçarsak, Nasreddin Hoca’nın düştüğü duruma düşeriz. Hoca, eşeğinin yemini günden güne azaltarak, hayvancağızı az yiyerek, mümkünse hiç yemeyerek yaşamaya alıştırmak istemiş. Ama bir gün eşek açlıktan ölür. Bunu gören hoca hiç üzerine alınmadan, “tam yemeden yaşamaya alışacaktı ama ne yazık ki ömrü vefa etmedi” diyerek işin içinden sıyrılır. İşte yeterince vermeden, sadece almaya devam edersek, bir gün doğayı da ölmüş eşeğe döndürebiliriz.
HAYATIN FARKINDA MISINIZ?
İnsanoğlunun en önemli açmazı, yaşamın tadına varıp, keyfini çıkaramamasıdır. Dramatik bir şekilde kaygılar, korkular içinde bocalayıp durur. Gerçekten de ne istediğini, ne istemediğini bilmeden tatsız, tuzsuz bir şekilde ömrünü tüketmektedir. Buna şöyle de diyebiliriz: İnsan kendi kendinden habersiz, koşar adım ölümüne doğru yol almakta. Anlayacağınız Veysel´in de dediği gibi, “Uzun ince bir yolda gidiyor gündüz gece.”
Hayatın gizi, önce kendini tanımakta ve sonra da farkında olmakta yatıyor. Ünlü düşünür SOKRATES, “Kendi kendini tanı” diye öğüt vermiş. Bizim YUNUS da, “İlim, ilmi bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmezsen, ilim nicedir” diye seslenmekte.
Kendimizi tanıyalım, tanıyalım da bu olağanüstü işi nasıl başaralım? Bu işi başarmak çok zor. Çünkü kendimizi tanımamıza engel olan, bu amaçla yasaklar koyan, çok güçlü toplumsal tabular var. Bu tabular bizi kendi kalıplarına uydurmak için ellerinden geleni yapmaktalar. Önemli olan sizin, size ait özgün kişiliğiniz değil, içinizdeki derinliklerden gelen, duygu ve düşüncelerinizi bastırıp, toplumun istediği model kişiliğe bürünmektir. Arkadaşına, “Şurada oturup biraz da demlenerek eğlenelim” diyorsun. Cevap: “Hayır, olmaz. Görürlerse ayıp olur” “Ben Köpeğimi gündüz gezdiremiyorum. El âlem ne der?” “Yazları şort giymek istiyorum. Ancak laf, söz ederler diye çekiniyorum” “Eşimle el ele tutuşarak dolaşmak istiyorum. Ayıplarlar diye korkuyorum”
Listeyi uzatabilirsiniz. Toplumsal tabulara ve “El âlem ne der?”e göre planlanmış bir yaşam… Varın siz tadına ulaşın. Hayatımızda kör inançların tutsağı olmuşuz. Oysa Rousseau’nun da dediği gibi “Tabiat, insanı saf ve temiz doğurur. O’na şekil veren çevresidir.” İşte bütün mesele şekil verenler ve bunların becerisinde gizli.
Doğduğumuz andan itibaren ben olma, birey olma, özgün kişiliğimizi geliştirme yönünde bıkmadan, yılmadan uğraş veririz. Ne yazık ki başarılı olduğumuz söylenemez. Bizi şekillendirmeye çalışanların, kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmeleri, istekleri karşısında yenik düşeriz. Nasıl davranmamız konusunda, sürekli kulağımıza üflenir. Ve biz de sürüden biri olup çıkarız. Peki, bu sarmaldan kendimiz kurtarabilir miyiz? Elbette kurtarabiliriz.
Bir kere, bunun için önce kendi kendinizi tanıma yolculuğuna çıkın. Zihninizin derinliklerine inin. Bu konuda yayınlanmış kitapları okuyun. “İnsan, insanın aynasıdır.” Diğer insanlarla ilişkilerinizi gözden geçirin. Komşularınızdan, arkadaşlarınızdan nasıl bahsediyorsunuz? Konuşma biçiminiz nasıl? Doğadaki gizlerin farkında mısınız? Bir böcekle bir çiçek arasındaki, mutlu yaşam birliğini hiç gözleyebildiniz mi? Başını okşadığınız bir köpeğin ya da bir çocuğun, gözlerindeki mutluluğu okuyabiliyor musunuz? Övgüde cömert, yergide cimri olabiliyor musunuz? Karşılıklı yardımlaşmanın hazzını yaşayabiliyor musunuz? Kendinizi; kin, nefret, kıskançlık duygularından, arındırabiliyor musunuz? Yukarıdaki sorulara evet diyebiliyorsanız, kendinizin farkında olmaya başlamışsınız demektir. MUTLULUKLAR DİLERİM.