Mustafa Arı
2019 yılının Aralık ayında Çin’de ortaya çıkan ve bütün dünyaya yayılan, ülkemizde ilk defa 11 Mart’ta hayatımıza girip bugün itibariyle hemen hemen herkesin bir yakının yakalandığı bu koronavirüs belası, yaşamımızı adeta alt üst etti.
Ülkemizde ilk görüldüğü andan itibaren uzmanlar, “Artık hayatımızda hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, kendimize yeni bir hayat belirlememiz gerekiyor” demişlerdi.
Hakikaten hiç bir şey virüsten önceki gibi olmadı ve uzun süre de olmayacak gibi…
Okullarda yüzyüze eğitim ve öğretime ara verildi. Uzaktan öğretim yapıldı ama eğitim ayağı eksik kaldı. Bu virüs günlerinde halkımız, öğretmenlerin yaramaz çocuklarla nasıl baş ettiklerini hayretle görüp haklarını yediklerini anlamışlardır inşaallah.
Cuma namazları camilerde kılınmaz oldu. İmamların namaza başlamadan önce “Safları sık ve düzgün tutalım” demelerini özledik. Tam tersine artık onlar, “Sakın birbirinize fazla yaklaşmayın, birbirinize virüs bulaştırmayın” demeye başladılar.
Sonra pazar yerlerinde, açık havada harika namazlar kıldık. Hac ve umre ibadetleri bu sene iptal edildi. Sadece Suudi Arabistan’da ikamet edenlerin sınırlı sayıda hac ve umre yapmalarına izin verildi. Hac ve umre organizasyonu yapan birçok firma çalışanları ise mağdur oldu.
23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos gibi milli bayramlarımızda o coşkulu heyecanımızı gerçekleştiremedik. Bunun yerine polis araçlarından ve okulların hoparlöründen verilen sese eşlik ederek, buruk ama coşkulu seslerimizle evlerimizin balkonlarından İstiklal Marşı’mızı okuduk.
Uluslararası ve ulusal bütün sportif faaliyetler, yarışmalar ve müsabakalar iptal edildi. Bir kısmı seyircisiz olmak şartı ile daha sonra yapılsa da eski tat, zevk ve keyfi vermedi.
Lokanta, kafe, çay ocakları, kahvehane, berber gibi işletmeler kapatılarak insanların çok yakın temaslarına fırsat verilmemeye çalışıldı. Bir kahvenin kırk yıl hatırının olduğu, gönüllerin kahveyi bahane edip dost aradığı günleri göremez olduk.
Sokağa çıkma ve seyahat yasağı getirildi. Mahalle aralarında fırın arabaları ile ekmeklerin satıldığı bir dönem yaşadık. Hatta Ramazan Bayramı’nda bile sokağa çıkamadık, eş dost ve akrabalarımızla sarılıp kucaklaşamadık.
Bu arada, sağlık çalışanlarının kıymetini idrak edip onlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu anladık. Bir kaç gece üst üste balkonlarımıza çıkıp dakikalarca onları alkışladık.
Daha önce ağzımıza bir şey kapatılınca bunaldığımızı ve nefes almakta zorlandığımızı söylerken, salgının etkisi ile maskeye de alıştık. Evden çıkarken yanımıza aldığımız aksesuarlar arasına maske de girdi. Hatta bazılarımız, çantamızda kolonya ve dezenfektan taşımaya başladık.
Bütün bunlardan sonra maalesef şu düğün, nişan, kına, hasta ziyareti ve taziye konusuna bir türlü çözüm bulamadık. Devletimiz, yapılması zorunlu olan milli bayramları, dini görevleri, sportif faaliyetleri ve yarışmaları bile iptal edip yasaklarken, ne yazık ki düğünleri yasaklayamadı.
Halkımız, kısıtlamalara rağmen, bu kurallara uymadı. En son olarak düğünleri bir saat ile sınırlamaya gidildi ama buna kim uyar ki? Caydırıcı para cezasından bile çekinmeyen halkımız, buna mı riayet edecek?
Maalesef salgın hepimizin binasına, birçoğumuzun evine kadar geldi. Yakında her eve girecek ve bir sonraki aşamasında ise sosyal medyada bir ironi olarak dolaşan, “Her nefis koronayı tadacaktır” esprisi gerçek olacak.
Şunu herkes anladı ki, salgının yegane kaynağı düğün, kına, nişan, asker uğurlama organizasyonlarıdır. Ayrıca maske, mesafe ve temizliğe de gereken önemi vermememizdir. Düğünlerde çalgı çalanların biraz olsun yasaklara sitem ettiğini sosyal medyadan da şahit olduk.
Devletimizin koyduğu yasaklara uymazsak, bu virüs belası üzerimizden çabuk gitmez diye düşünüyorum. Bizden istenenleri yapalım. Tedbir bizden, takdir Yüce Rabbimizin… Rabbimiz hepimizin yar ve yardımcısı olsun.