Mustafa Arı
Bu söz Peygamber Efendimiz tarafından söylenen bir sözdür. Bu sözde çok hikmetler, ihtarlar ve uyarılar vardır. Ademoğlunun söylediği her söz, ya lehine ya da aleyhinedir. Konuşurken İyiliği emretmesi, kötülükten men etmesi veya Allah’ı zikretmesi lehinedir.
Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar. Yaptığı hayrı söylemek aleyhinedir.
Gereksiz yere konuşmak kadar gerektiği yerde susmak da yanlıştır. Peygamberimiz bir hadiste “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır söylesin yahut sussun” buyurarak konuşmanın ölçüsünü belirtmiştir. Bilgi ve belgeye dayanmadan konuşma alışkanlığı bizi dedikodu, gıybet, yalan ve iftira gibi daha ileri düzeyde ahlaki zaaflara da düşürebilir.
Konuşmak veya susmakta önemli olan yerinde konuşmak veya susmaktır. “Yutmadan evvel çiğnemek ne ise, konuşmadan önce düşünmek de odur.” Peygamberimiz: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.” buyurmuştur.
“İki düşün, bir söyle.”, “Söz gümüş ise sükut altındır.” Konuşmalarımız; bir işe yaramalı, güzel duyguları, doğru düşünceleri yansıtmalı. Yapıcı, ders verici, gönül alıcı, arabulucu, yararlı, yol gösterici olmalı. “Dilin kemiği yok” sözünü hatırımızdan çıkarmayarak konuşmalıyız.
Sözlerimiz kimi zaman yuva yapar, kimi zaman yuva bozar. Kimi zaman birleştirir, kimi zaman ara açar. Kimi zaman güzel eylem olur, kimi zaman şer saçar. Çok konuşmak aslında iyi bir şey değildir. Onun için “Çok laf yalansız olmaz” denilmiş. Böylelerine çenesi düşük, geveze, lafazan gibi isimler verilir. Hatta “Kısa kes Aydın havası olsun” derler. Bizde sözümüzü kısa keselim.
ALLAH’TAN GELDİK ALLAH’A DÖNECEĞİZ
Kur’an-ı Kerim’de ölümü anlatan birçok Ayet-i Kerime var: “Her nefis, can ölümü tadacaktır.”
Bu ayeti hep cenaze örtüsüne ve mezarlık girişlerine yazdık. Orda hatırlasak ne yazar ki… Her eve, arabaya, işyerine yazılacak bir ayet!
Peygamberimiz (sav): “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!” ve “Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayın” buyurmuşlardır.
“İnsanların en akıllısı kimdir?” diye sorduğunda, Hz. Peygamber: “Ölümü çok hatırlayan ve öbür dünya için azık toplamakta çok acele edenlerdir” diye buyurmuştur.
Ölüme mani olmanın veya onu geciktirmenin mümkün olmadığını biliyoruz. Yeryüzünde yüzlerce-binlerce doktor bir araya gelse, vadesi gelen, ölümü takdir edilen kimseye yapabilecekleri hiçbir şey yoktur!
Ölüm insana yakındır. Hani bizden önce gelip geçen babalarımız, dedelerimiz? Hani Sultan Süleymanlar? Dünya malına ve saltanatına mağrur olan Karunlar, Firavunlar, Nemrutlar nerede?
Herkesin başına gelen bizim de bir gün başımıza gelecektir. İnsanların ölümü devre dışı bırakan bir hayat tarzını benimsemeleri ne kadar gariptir!
“Her kim ölüme tam olarak hazırlık yapmışsa ayağa kalksın” denilse, yine tek bir kişi bile yerinden kalkamaz!
Nerede, nasıl, ne zaman ve ne şekilde geleceği belli olmayan ölüm, hayatın en büyük gerçeklerindendir. Peygamberimiz: “Allah’ım! Asıl hayat ahiret hayatıdır!” buyurmuşlardı.
Ölümün bizi nerede nasıl beklediği belli değil, öyleyse biz onu her yerde her zaman bekleyelim. Hz. Peygamber’in meşhur müezzini Bilal’in durumu daha da ibretliktir. Bilal-ı Habeşi namaz kılarken, sağı solu kollar, sonra namaza dururmuş… “Neden böyle yapıyorsun, kime bakıyorsun?” dediklerinde, “Ölüm meleğinin hangi taraftan geleceğini kolluyorum” dermiş…
Evet, ölüm meleğini kollamak lazım! Çünkü ölüm bize çok yakın. Gölgemiz kadar, belki daha yakın. Ondan ürkmemek, ondan korkmamak, onu anmak, hatta onu sevebilmek!
Ne demiş Derviş Yunus: “Ölümden ne korkarsın. Korkma, ebedi varsın!”
“Allah’la beraber olduktan sonra ölümde hoş ömürde hoş!” demiş Hz. Mevlana…
Necip Fazıl Kısakürek ise: “Ölüm güzel şey budur perde arkasından haber / Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber!” demiştir.
“Akşama ulaştığında sabahı bekleme. Sabaha ulaştığında akşamı bekleme. Hastalığın için sıhhatinden ve ölümün için hayatından istifade et. Vaktini boş geçirme” buyurmuş.
Ölüm, yeni hayat, yepyeni şeylerin yaşanacağı ebediyet… Yeni bir bahçe, ebedi bir yaşam, asıl hayat, umut ve dalınan öteki deniz…
Mehmet Akif’e göre, dünya “misafirhane”, ölen ise yolcudur. “Dünyada bir garip ya da bir yolcu gibi yaşa!”
Yine Hadis-i Şerif’te bildirilmiştir ki: “Şaban ayının on beşinci gecesi (Berat Gecesi) Melekü’l-Mevt’in eline bir defter verilir. O sene öleceklerin isimleri orada yazılmıştır. Kimi ibadet eder, kimi evlenir, kimi kavga eder; Halbuki isimleri ölüler defterine geçmiştir.”
İşte ölümün de ne zaman, nerede, nasıl geleceğini bilememe, insan zihninin üstesinden gelemeyeceği meselelerden biridir. Kim bilebilir ki?
Sıcak bir yaz günü, tam öğle vaktinde, bir ağacın gölgesi altında birkaç saatlik dinlenme gibi kısacık bir zaman dilimidir hayat! Bir ikindi vakti, bir kuşluk vakti kadar kısacık süren bir yaşamdan ibarettir.
Ölüm, yeni ve ebedi bir hayata geçiştir. Bize düşen görev, tüm ebediyet yolcularını rahmet, sevgi ve en içten dualarla anmaktır.
Listeye ismimizin hangi yıl gireceğini bilemeyeceğimizden dolayı, her yıl, her ay, her gün, her an hazırlıklı olmaktır. Ölenlerimizin Ruhları şad, makamları Cennet olsun!