İsmail Hakkı Özsarı
Öykü Osmanlı dönemine aittir. Anlatılana göre yalancıyla, sürgücü arkadaştırlar. Yalancı inanılması güç yalanlar söylermiş; sürgücü de bu yalanların doğruluğunu kanıtlamak için başka yalanlar atarmış. Yani yalancının yalanının üstüne sürgü çekermiş.
Günün birinde yalancı İstanbul’un kenar mahalle kahvehanelerinden birine girer. Çayını kahvesini içer. Kahve sakinleri bu tanımadıkları adama “Hemşehrim, hoş geldin, nerelisin, nereden gelip nereye gidiyorsun?” diye sorarlar.
Yalancı da: “İstanbulluyum, Arabistan’daydım.”
Kahvedekiler: “Arabistan’daydın öyle mi? Anlat bakalım orada ne var, ne yok?”
Bizimki şöyle bir geri yaslanır. Kahve halkının dikkatini çekmek için gerinir. Sonra da konuşmaya başlar.
“Hiiiç deniz yanıyordu” der.
Kahvehane müdavimleri: “Ne, deniz mi yanıyordu? Yahu nerede görülmüş denizin yandığı. Hiç deniz yanar mı?”
Yalancı: “İster inanın ister inanmayın yanıyordu.”
Adam hesabını ödeyip gittiğinde semt sakinleri arkasından; “Amma da palavracı adam. Yalan söylüyor” diye konuşurlar.
Bir hafta sonra aynı kahveye sürgücü uğrar.
Aynı hoş beş sırasında o da kendisinin Arabistan’dan geldiğini söyler. Bunun üzerine kahvedekiler o önceki adamın anlattıklarının doğru olup olmadığını sorarlar.
Sürgücü de şu yanıtı verir: “Valla ben denizin yandığını görmedim. Ama arabalar dolusu kavrulmuş balık taşıyorlardı.”
Böylece İstanbul’un o semtinde haftalarca denizin yandığı konuşulurmuş.
Aradan zaman geçince bizim yalancıyla sürgücü bu kez başka bir kahvehaneye giderler.
Yalancı, Arabistan da develerin uçtuğunu anlatır.
Sürgücüye de bunun doğru olup olmadığı sorulduğunda, “Vallahi ben uçan deve görmedim. Ancak bir semer gördüm, gökten düştü diyorlardı.”
Bu kez de haftalarca develerin uçtuğu konuşulurmuş.
Bir gün yalancıyla sürgücüsü buluşurlar. Sürgücü yalancıya: “Yerde ne b.k yersen ye bir daha havaya çıkma. Yalanını kapatmak için göbeğim çatladı.” der.
Eh ne diyelim. Kıssadan hisse… Yalancılara ve sürgücülerine ithaf olunur.