İsmail Hakkı Özsarı
Yaşam denen şey aslında bir enerjidir. Bu da beden ve ruhun o eşsiz, o müthiş işbirliğiyle sağlanır. Daima enerjik kalmayı yani taş gibi olmayı istiyorsanız; bu gücü sadece yiyecek ve içeceklerde aramayın. Hele de vitamin ilaçlarında hiç aramayın. Hayat çorbanızın içine her sabah, bir tutam coşku, bir parmak da keyif ve heyecan katmayı deneyin.
Aslında sağlığın bilim adamlarınca tanımı şöyledir: “Bedensel, ruhsal ve sosyal tam bir iyilik halidir.” Bence de çok doğru bir tanım. Ancak üzülerek izlemekteyim ki, insanlarımız işin ruhsal yönünü önemsememektedir. Sağlıklı olmayı sadece bedenle eşdeğer tutmaktadır. Onlar için bir yerleri ağrıyorsa, sağlıkları bozulmuş anlamındadır. Oysa yorgunluğunuzun, durgunluğunuzun, bitkinliğinizin, halsizliğinizin, isteksizliğinizin, uyku bölünmelerinizin, boyun ve sırt ağrılarınızın, sindirim sistemi bozukluklarınızın, kaşıntılarınızın kökeninde ruhsal problemler yatıyor olabilmektedir.
Biraz korku, biraz endişe, biraz üzüntü, biraz güvensizlik zaten dolu olan tabancayı daha kolay ateşliyor. Sevgili okurlarım: “Ömür dediğin üç gündür. Dün geçti yarın meçhul. Ömür dediğin bir gündür. O da bu gündür.” Gelin bu günü daha huzurlu, daha mutlu geçirmek için şu önerilere kulak verin:
Aceleci olmayın. Bedenle ruh yan yana ve barış içinde yürüsün. Ruhunuzu bedeninizden asla ayırmayın. Yemenizi, içmenizi, yürümenizi, düşünmenizi yavaşlatın. Daha çok sevin. Daha çok hoşgörün. Sınırsız ve karşılıksız sevin. Çünkü “Sevgi oktanı en yüksek, fiyatı en ucuz yakıttır.” Gideceğiniz yere bagajınıza sevgi de yükleyip götürün. Gerektiğinde direnin. Beyhude direnmelerin sizi mutsuz edeceğini aklınızdan çıkarmayın. Zira mutlu olmak, haklı olmaktan daha yararlıdır. Biraz şans, biraz kader, biraz kısmet vardır. Hep olacaktır. Böyle durumlarda manevi güçlerden ve bilge insanların önerilerinden yararlanın. Kızmayın, sinirlenmeyin. Her şey beklenildiği gibi gerçekleşmeyebilir.
Nehru´nun dediği gibi: “Hayat iskambil oyununa benzer. Elinize gelen kartlar gerçekliği temsil eder. O kartlarla oyunu nasıl oynadığınız ise size özgü iradeniz… Elinize iyi kartlar gelmediğinde, mevcut kartlarla yetinin. Kabul edin. Bu da geçer deyin.”
YAŞAMIN YANKISI NEDİR?
Vaktiyle orman köylerinden birinde ana baba ve oğul beraber yaşarlarmış. Günün birinde baba ve oğul dağa doğru yola çıkmışlar. Yürürlerken çocuğun ayağına taş takılmış. Çocuk da “aaah” diye bağırmış. Birkaç saniye sonra karşı dağdan “aaahhh” diye bir ses gelmiş.
Daha önce böyle bir durumla karşılaşmayan çocuk “sen kimsin” diye bağırmış. Cevap gelmekte gecikmemiş: “Sen kimsin” Sinirlenen çocuk bu sefer de sen bir korkaksın diye bağırmış. Dağdan yine “sen bir korkaksın” yanıtını almış. Tüm bu olup bitenlere bir anlam veremeyen çocuk, neler olduğunu babasına sormuş. Babası gülümseyerek “Şimdi dikkatlice beni izle oğlum” demiş.
Karşı dağlara dönerek “seni seviyorum” diye seslenmiş. Karşı dağlardan gelen ses: “Seni seviyorum” olmuş. Baba: “Sana hayranım”; dağdan gelen ses: “Sana hayranım.” Baba: “Sen harikasın.” Dağdan gelen ses: “Sen harikasın” olmuş.
Çocuğun şaşkınlığının arttığını gören baba durumu açıklamış. “Oğlum bak bu olanlar “Yankı” adını verdiğimiz bir doğa olayıdır. Ama hayatı çok iyi anlatır. Yaşamdan ne istiyorsan önce sen vermelisin. Verdiklerin, aldıkların olacaktır. Tatlı sözler, tatlı yankılar oluşturur. Sevilmek istersen önce sen sevmelisin. Saygı görmek istersen önce sen saygı göstermelisin. Önemsenmek istersen önce sen önemsemelisin. Dinlenilmek istersen önce sen dinleyeceksin. Anlayış görmek istiyorsan önce sen anlayış göstereceksin. Kısacası hayatta ne ile karşılaşmak istiyorsan, yankısını oluşturabilmek için bunu ona sen yapmalısın.”
Sevgili okurlarım, bakın Hz. Mevlana söylemlerinde bu konuyu ne güzel dile getirmiş: “Ey yiğit! Yazgıya bahane bulma. Yükleme kendi suçunu başkasına. Suçunu gör dönüp etrafında. Kendini Kendindendir. Gölgenden değil çektiklerin. Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin. Ne ektin de ektiğini biçmedin. Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar. Çocuğun gibi sonra gelir eteğinden tutar.”